Archive for Ekim, 2010


Herkes hayatının bir döneminde bir hayvanı olsun ister çünkü küçüktürler, tatlıdırlar ve ”yavrudurlar.” Başlarda onlara ilgi gösterip sevmek hoşumuza gider. Zamanla onlar büyür ve ilgimiz tersine döner. Sonunda kurtulmanın yollarını ararız. Belki bir yer buluruz yada atarız başımızdan ama sonunda hepsinin buluştuğu nokta ”sokak”tır. Bir de şanslıları var ”yuva” diye tabir ettğimiz yerlere atılıyor veya zorla gönderiliyorlar. Tabi bu yerlere  ”yuva” veya onlara ”şanslı” denirse.

Soğuk esintinin dokunuşuyla farklı bir yerde uyanma umuduyla açtım gözlerimi. Nefesten buğulanan gözlerimi kırptım. Yine aynı yerdeydim. Burda zaman geçmek bilmez, yapıcak bir şeyin yoktur ”düşünmekten” başka. En kötüsüde budur zaten. Saatlerce düşünürsün, eskiyi düşünürsün, onu hatırlarsın, neden diye sorarsın. Sonra geleceği düşünürsün, sahip olabileceklerini hayal edersin yada özlem duyduklarını tekrar kazanabilmeyi. Etrafıma bakındım sonra o derin düşüncelere daldım. Çok geçmeden bir sesle irkildim. Yeni gelenlerden biriydi büyük ihtimalle. İlk geldiğim zamanki beni hatırlattı. Ağlıyordu ve korkuyordu. Kim bilir, onu buralara kim sürüklemişti. Tepkileri normaldi çünkü buraya alışmak zordur ama zaman geçtikçe hayatın akışını parmaklıkların arasından izlemeye alışıyorsun. Ben kim miyim? Belli bir adım yok yada zamanla unuttum beni nasıl çağırdıklarını. Ama siz bana ”sokak köpeği” diyorsunuz.

Hayatta bazen bazı şeylere başkalarının gözünden bakmak, anlamak için onlar gibi hissetmeye çalışmak gerekir. Onların daha derin hissettiklerine eminim. Günümüzde binlerce köpek, barınaklarda kötü şartlar altında  yaşam mücadelesi veriyor. Toplama kampı gibi olan bu yerlerde onlara ayrılmış küçücük yerlere doluşturuluyorlar. Bazen aç bazen susuz bırakılıyorlar. Günlerce temizlenmediği için kendi pislikleriyle uyuyorlar, nedensiz yere dövülüyorlar. Aslında olan, hergün manevi anlamda işkence görüyorlar. Aslında tek istedikleri sevgi ve mutluluk. Gittiğinizde seviniyorlar. Sevdiğinizde mutlu oluyorlar. Göz göze geldiğinizde ışıldıyorlar ama aslında öyle bir bakıyorlarki, o derindeki karanlığı görebiliyor, gözükmeyen yaşlarının aktığını hissedebiliyorsunuz.

Artık çocuklarınıza oynaması için ilerde sıkılınca atıcağı bir hayvan değil, oyuncak alın. Dost diye istediğinizde başınızdan savabileceğiniz bir köpek değil arkanızı dönebileceğiniz bir insan seçin çünkü terk edilmek her canlıya aynı acıyı verir.

 

İnsan sadakatimi yoksa onların ki mi? Aklı ilkine gidecek olan bir çok kişinin düşüncelerini ve değer yargılarını değistirecek olan “Hachiko” adlı bu film günümüze kadar gelebilmiş gerçek bir hikayedir.
1923-1935 yıllarında Japonya’da yaşayan Hachiko adlı köpeğin sahibine karsı olan sevgisini, sadakatini ve sahibinin ölümünden sonraki 10 yil boyunca onu nasıl sabırla beklediğini konu alıyor.

Bazen pencereden bakarken yağmurun bardaktan boşalırcasına yağdığını görürüz. Sanki toprağın canini yakmak istermiş gibi sertçe düşer yere. İste bu filmi izlerken gözünüzdeki yaşlarda böyle boşalacak. Gözlerinizden akan her damla farklı hisler taşıyacak. Ağlayacaksınız çünkü sizde hep böyle sevicek “birini” aramışsınızdır. Birinin size de böyle sadakatle bağlanmasını istemişsinizdir. Aslında karşılıksız sevgiyi hep “birilerinden” beklerken petshoplarda, sokaklarda, barınaklarda, yanı başınızda almanızı bekleyen, bu güzel canlıların içinde barındığını hic görememişsinizdir. İşte o yaşlar hiç görememiş olduğunuz gerçeğini anladığınızda canınızı yakıcak.

“Bir insan hayvan sevgisini tatmayana kadar, ruhunun bir kısmı hiç uyandırılmamış kalır” demiş Anatole France. İnsanların yapamadıklarını yapan ve o saf sevgiyi paylaşan canlıları konu alan bu film ve Hachiko umarım anlamanız gerekeni anlatabilmiş ve uyanamamış olanları uyanmaya teşvik edebilmiştir.

Hachiko hakkında :

http://www.imdb.com/title/tt1028532/ (imdb den film ile ilgili bilgi alabilirsiniz)

http://en.wikipedia.org/wiki/Hachik%C5%8D

http://www.facebook.com/#!/pages/Hachiko-A-Dogs-Story/109568722402875